ORMANCILIĞIMIZ DA ÇÖKERTİLDİ…
Doç.Dr.Yücel ÇAĞLAR
Bilindiği gibi 21
Mart, 1970’li yıllardan bu yana Kuzey Yarımkürede olduğu gibi ülkemizde de
“Dünya Ormancılık Günü” olarak “kutlanıyor”. Gün, ülkemizde çoğunlukla siyasal
iktidarların, deyiş yerindeyse, “icraatın içinden” söylemiyle etkinlikleri anlatmak
ve yoğunlukla da orman popülizmiyle geçiştiriliyor. İlginçtir, AKP döneminde bu
türden etkinlikler bile yapılmıyor artık; kimbilir, gerek duyulmuyor belki de.
Baksanıza, siyasal iktidarın, ilk gündeme getirildiğinde yoğun karşı çıkışlara
yol açan ünlü “2B arazilerinin” işgalcilerine satılmasına ilişkin yasa tasarısı
ilgili kamuoyunda bile gerektiğince tartışma konusu yapılmıyor. Her alanda ağır
insan hakları ihlallerinin yaşandığı, hukukun temel ilkelerinin her fırsatta
yoksandığı, kamu hizmetlerinin çökertildiği ülkemizde “ikibeciliğin” yeniden
gündeme getirilmesi vb orman ve ormancılık sorunlarına sıra gelmiyor doğallıkla
(!); ama gelmeli. Siyasal iktidar bir yandan istediği biçimde oluşturabildiği
yapay gündemlerle kamuoyunu oyalarken bir yandan ormancılık alanında da yaşamsal
önemde düzenleme ve uygulamaları kolaylık yapabiliyor çünkü. Gündeme gelmesi
gereken onca konudan birisi de ormancılıktır. Çünkü AKP’nin on yıldır en
köktenci düzenleme ve uygulamaları yaptığı alanlardan birisi de ormancılıktır.
Ne yazık ki en duyarlı kamuoyu bile çoğunluk orman popülizmiyle oyalanıyor ve
ormancılık alanında yaşanan dönüşümlerle hemen hemen hiç ilgilenmiyor. Oysa, son
on yılda ormancılığımızda ekolojik, toplumsal, ekonomik yıkımlara yol
açabilecek yaşamsal önemde değişiklikler yapıldı. Örneğin;
b başta
6831 sayılı Orman Kanunu ve Ağaçlandırma Yönetmeliği olmak üzere ormancılığımızla
ilgili yönetmelik ve tamimler onlarca kez değiştirilerek içinden kolay kolay
çıkılamayacak bir hukuksal kargaşa yaratıldı;
b ormancılık
örgütlenmesi dört kez köklü biçimde yeniden düzenlenerek en teknik çalışmalar
bile gerektiğince yapılamaz oldu; son olarak 644, 645 ve 648 sayılı KHK’larla
sözcüğün tam anlamıyla “ucube” bir çevre ve ormancılık örgütlenmesi
oluşturuldu;
b başta
2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ve 3213 sayılı Maden Kanunu olmak üzere çok
sayıda yasada yapılan yeni değişikliklerle “devlet ormanı” sayılan yerler yerli
ve yabancı yatırımcıların “yol geçen hanına dönüştürüldü”;
b orman
ekosistemlerinin yönetimi ile ilgili planlama düzeni yeniden yapılandırılarak, orman ekosistemlerinin yapısal özelliklerinde
geri dönüşü olanaksız keyfi uygulamalar kolaylaştırıldı;
b “özel
ağaçlandırma” adı altında desteklenen uygulamalarla devlet mülkiyetindeki orman
ekosistemlerinin özel kişi ve kuruluşların meyve bahçelerine dönüştürülmesi
olanaklı kılınıp hızla yaygınlaştırıldı; ekolojik koşullara ve amaca uygunluğu
en azında tartışmalı tür ve tekniklerle ağaçlandırmalar yapılabildi;
b Anayasanın
ormancılık düzeniyle ilgili 169 ve 170. maddeleri ile 6831 sayılı yasadaki
kurallara karşın temel ormancılık çalışmaları bile özelleştirildi;
b Ormancılık
örgütlenmesinin taşradaki uygulayıcı birimleri olan orman bölge müdürlükleri,
işletme müdürlükleri ve şeflikleri, orman fidanlıkları vb birimler keyfi
kararlarla açılıp kapanarak ormancılık örgütlenmesi “yaz-boz tahtasına” dönüştürüldü;
b orman
koruma çalışmaları, hiçbir yasal dayanağı olmamasına karşın özel sözleşmelerle
köy tüzel kişilerine devredilip orman muhafaza memurluğu büyük ölçüde tasfiye
edilerek ormanlar gerektiğince korunamaz duruma getirildi;
b Anayasanın
170. maddesi ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 40. maddesine açıkça aykırı
olmasına karşın ağaçları dikili durumdayken ihaleyle satılarak orman köylülerinin
yaşamsal önemde gelir kaynağından yararlanabilmeleri tümüyle rastlantılara
bırakıldı; orman işçiliği yapan köylülerin toplumsal güvenceleri, grevli ve
toplu sözleşmeli sendikal hakları ise orman müteahhitlerinin insaflarına terk
edildi;
b gerekliliği
hiçbir düzlemde sorgulanmadan Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler destekli çok
sayıda ormancılık projesi hazırlandı ve uygulandı; “ulusal” olarak
nitelendirilen bu plan ve projelerle bir yandan ulusal ormancılık stratejileri
ve öncelikleri değiştirilerek ve bir yandan da çok sayıda “yeni” yabancı
kökenli kavram ve teknikler gündeme getirilerek “ormancılık ideolojisi”
yabancılaştırıldı;
b işsiz
orman mühendislerinin sayısının üç bini aşmasına karşın yeni orman fakülteleri
açıldı; buna karşılık temel ormancılık birimlerinde yeter nitelik ve nicelikte
teknik personel işlendirilemez oldu;
b orman
mühendislerini özel ormancılık şirketlerinde ücretli kölelere dönüştürecek ve
ormancılık çalışmalarının tekniğine uygun olarak yapılmasını rastlantılara
bırakacak 5531 sayılı Orman Mühendisliği,
Orman Endüstri Mühendisliği ve Ağaç İşleri Endüstri Mühendisliği
Hakkında Kanun’u çıkarıldı
ve sonunda
Türkiye ormancılığı, şimdilerde AKP milletvekili olan önceki Orman Genel
Müdürü’nün bile; Değişmezsek değişimin ayakları altında ezileceğiz. Tüccar gibi davranmazsak batma sinyalleri
verip maaşları bile ödeyemez hale geleceğiz.” diyebildiği duruma gelindi. Ne var ki, bu
gelişmeler, öteki kesimler bir yana ormancılık kamuoyunda gerektiğince tartışma
konusu yapılmadı; ormancılık meslek örgütleri bile ağırlıkla HES’ler,
“2B”, “ekoturizm” vb popüler konular ile yazlık ve kışlık sosyal tesis
işletmeciliği vb ikincil etkinliklere ağırlık verdi..
***
Ormancılık,
yalnızca ekolojik ve teknik boyutu olan bir etkinlik alanı değildir: bu alanda yaşananların
da ekonomik, toplumsal ve dolayısıyla siyasal boyutları vardır. Gelmiş geçmiş
tüm sağ siyasal iktidarlar bu yalın gerçeğin ayırdında olmuş ve her fırsatta da
“gereğini” yapmaya çalışmıştır. Buna karşılık yurtsever aydınların, çevre/doğa korumacı kişi ve kuruluşların
çoğu ise, benzetme bir deyimle “ormanı görmekten ormancılığı göreme”
tutumlarını sürdürdü. Toprağı bol olsun, Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞLU, 1986
yılında çok güzel betimlemişti bu tutumu: “Evet,
‘orman’ sözcüğünü veya başlığını görünce çoğu aydınımız o yazıyı okumaz. Ormanı
kendi ilgi alanı dışında sayar. Ben onları, Fransızların ‘gourmet’ dedikleri
damak zevkine düşkün kişilere benzetirim: Karidesli, levrekli, bonfileli
sofralara alışmışlardır. Kuru fasulyeli tabak geldi mi, burun kıvırırlar.
Onların karides, levrek veya bonfileli sofrası düşün, felsefe, ekonomi,
politika yazılarıdır. Sadece böyle ince ve karmaşık konulardan zevk alırlar.
Orman konusu ise kuru fasulyedir onların çoğu için.” Velidedeoğlu’nun bu
betimlemesinin üzerinden yirmişbeş yıl geçti. Ancak, öyle anlaşılıyor ki
aydınlarımız hâlâ orman ve ormancılık konusunu teknik, ekolojik, teknik ve
dolayısıyla da yalnızca “ormancıları”, daha genel bir söyleyişle de
“çevrecileri” ve/veya “doğa korumacıları” ilgilendiren bir alan olduğunu düşünüyor;
ne büyük bir yanılgı !
Ülkemizde
karasal yüzeyin % 27’ini oluşturan “orman” sayılan arazilerin tümüne yakın bir
kısmı tarihin tüm dönemlerinde devlet mülkiyetinde olmuştur. Gerek bu mülkiyet
biçimi gerekse orman ekosistemlerinin evresel özellikleri, ormancılığın kamusal
etkinlik alanı olarak örgütlenmesini ve yönetilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu
zorunluluk Cumhuriyetin ilk yıllarında kavranmış; 1937 yılından beri bu doğrultuda
hukuksal, kurumsal ve teknik düzenlemeler yapılmış, ormancı çalışanlar uzun
yıllar akla gelmedik baskılara ve engellemelere karşın yaşamsal önemde olumlu
çalışmalar gerçekleştirebilmiştir. 2000’li yıllarda ise bu yapının tüm olumlu
yanları çökertilmiştir. Açıktır ki, bu tutum sürdürüldüğünde siyasal iktidar,
“yeni” anayasasında, ormanlar ve ormancılıkla ilgili olarak 1982 Anayasasındaki
kuralları aratacak düzenlemeleri kolaylık gerçekleştirebilecek; ormanlarda ve
kamusal ormancılık düzeninde yapacağı yeni yıkımları anayasal temellere
kavuşturabilecektir.(21 Mart 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder